25 Ocak 2017 Çarşamba

Bazı Dekorasyon Önerileri

Merhaba arkadaşlar,
Sizlere birkaç haftadır düzenlemeye çalıştığım eşimin diş kliniğine dair notlar aktaracağm. Öncelikle duvar renginden bahsetmek istiyorum. Karteladan bakarak filli boyanın "dolu tanesi" adlı rengini kullanmaya karar verdik. Ustalar geldi, ilk kat boyayı yaptılar, yalnız bir sorun vardı😁🙈 İstediğim renk gri ama boyanan renk resmen Lila çıktı, moraller bozuldu; oldu bir kere denildi, böyle kalsın seneye boyatırız felan filan... Yalnız benim içime sinmezse olmaz! Tekrar boyacıya gittik ve bu kez Instagram arkadaşlarıma sormuştum, onlardan aldığım cevaplar doğrultusunda boya karıştırma makineleri ile istediğim rengi çıkarmayı denedim. İstediğim rengin bir ton açığını yaptırdık çünkü duvarda bir ton koyu duruyormuş. Yine filli boyanın makinasında yapıldı, bu kez tam istediğim gibi oldu 😄👍🏻 
 

Boyama bitti yalnız bu ortamı yumuşatmak için parke seçmek gerekiyordu. Parkede ise Çamsan markasının Gümüşmeşe adlı rengini seçtik. Gri duvarları ısıtacak bir renk oldu, süpürgelikler için ise beyaz kapılar ile uyumlu olması açısından sekiz santimlik beyaz süpürgelik 
istedik, çok şık durdu. Perde için çok seçeneğemiz yoktu dolayısıyla zebra beyaz perde kullandık. Mobilyaları İkeadan sipariş ettim, grinin tonlarında koltuklar aldık griyi patlatacak bir renk olarak sarıyı seçtim. Çeşitli aksesuarlar, berjer ve yastıklar ile dekorasyonu tamamladım. Kitaplık, lambader, sehpa gibi küçük eşyaları ise ev manya dan aldım. Hepsinden gayet memnun kaldım. 
 

Mobilyalar, yerleştirmeler bittikten sonra duvarlar üzerinde çalışmak ve ortamı samimi bir hale getirmek istedim. Bunun için Pinterest ten çeşitli görseller indirerek  (linklerini aşağıda belirtiyorum!!!) matbaadan çıktı aldım, çerçeveciye götürdüm, en ince çerçevelerden siyah,beyaz ve Varak renklerini seçtim yine matcam ile kaplattım. Duvarda tabloların asimetrik olmasını istedim uygun bir şekilde yerleştirdikten sonra duvara monte ettim. Aplikler ile aydınlatarak daha şık bir hale getirdim.😍
 

Pinterestten bulduğum yazdırılabilir poster linkleri:


http://designdininganddiapers.com/free-typography-printables/

http://squirrellyminds.com/2016/04/12/printable-black-and-white-typography-art/

http://www.thecopperanchor.com/blog/2015/2/11/free-lets-be-adventurers-art-printposter-from-the-copper-anchor

http://www.shanty-2-chic.com/2016/09/free-feather-printables-as-seen-on-shantyhousecrash.html

http://www.beinspiredcreative.com/free-printable-download-10-home-office-prints/

http://www.homeyohmy.com/monstera-art-free-printable/

 

15 Nisan 2016 Cuma

Alaçatı "Ot Festivali"

      Bu yıl 7. si düzenlenen festival için biz de Alaçatı da idik.. Nasıl bir kalabalık olduğunu anlatamam, herkes oradaydı... Biz tamamen tesadüf (bu denli kalabalık olacağı aklımıza gelmediğinden) Cuma sabahı yani festivalin ikinci günü Alaçatı ya vardık. İzmir den havalimanından araç kiralayarak yaklaşık 1 saatlik cok rüzgarlı hatta cok cok rüzgarlı bir yolculuk geçirerek booking den ayarladığımız otelimize vardık. Otel beklentimizi karşılayacak derecede iyi ve sevimli idi. Tam not vermek için ertesi sabahki kahvaltıyı bekledik ve kiraz reçelinden, fıstık reçeline; boyoz dan sahanda yumurtaya tam bir Alaçatı kahvaltısı ile karşılaşınca "on numara" dedik:) Bir aile oteli diyebiliriz. Güzel kızları Aleyna ve Simay ın isimlerinden oluşturulmuş "Aleysim Otel" tavsiye edilir. 
      Otele uğradıktan sonra hemen festival alanına geldik, cok kalabalıktı gerçekten ama ertesi günün haftasonu başlangıcı olduğunu düşündükçe korkmaya başlamıştık:) Artı şeklinde kesişen iki sokak sağlı sollu tezgahlar ile dolu idi. Hepsi ev yapımı olan yiyecekler;otlu börekler,reçeller, ekmekler, sarmalar, zeytinyağlı salatalar, pastalar, limonatalar... Çeşit çeşit otlar, taptaze enginarlar, kabuğuyla yenebilen nefis aromalı limonlar, tatmak mecburi çeşit çeşit zeytinler...Akla gelebilecek hertürlü Ege ve göçmen mutfağı örnekleri önce gözümüzü sonra karnımızı doyurdu:)  kumrucu Şevki de süper kumru, dutlu kahve de damla sakızlı kurabiye ve çay, sakızlı dondurma da dayanamadıklarımız arasında! 
      Hem cok gezdik hem de çok yedik haliyle yorulduk. Ben daha cok kalabığın bizi yorduğunu düşünsem de festivaller kalabalıkla güzeldir... Aynı günün akşamına 40 km uzaklıktaki Urla ya gittik. Aşırı sakin Urla tüm yorgunluğumuzu aldı, sahilde güzel bir yürüşüyüşten sonra kendimize geldik ve akşam yemeği için Urla da "Beğendik Abi" ye uğradık. Meşhur Urla güveci ve otlardan yaptıkları çalkama harikaydı. Yine taptaze sebzelerden zeytinyağlı enginar, taze bezelye, minik minik kabaklardan oluşan tabak da ekşi mayalı ekmek ile silinip süpürüldü:) Urla ya veda edip artık dinlenmek için otele geçtik. Güzel bir gündü...:)

19 Şubat 2014 Çarşamba

ÇOCUKLA SEYAHATE DAİR NOTLARIM:

 

Selamlar... Toplumda genel bir önyargı vardır, çocuğu olanlar daha iyi bilirler, evlenince herkesin tavsiyesi ''Aman çocuk olmadan gezin! Çocukla bir yere çıkamazsınız...'' Bize de vakti zamanında böyle öğütler sıkça verilmiştir. Bu öğütün altında bence çocuğunu hayatının merkezi yapıp hayatını çocuklarına göre şekillendiren insanların yaşadığı sıkıntılara şahit olma durumu yatıyor. Tabi ki her çocuk bir değildir, bazısı gerçekten inatçı, dediğim dediktir ama bu durumda iş anne babaya düşüyor. Çocuğa her zaman hissettirmeniz gereken -tabi ki seyahatlerinizde de- onun da bir birey olduğudur. Çocukla seyahatte işin sırrı budur.
 
 
Unutmayın ki seyahatinizin her aşamasında çocuğunuzu da duruma dahil etmek zorundasınız. Gerek bavul hazırlığı, gerek gidilecek yerlerin planlanması, yine seyahat esnasında onun istediği alanlarda daha fazla vakit geçirmek, aradığınız bir mekanı beraber bulmak...
 
 
 
 
 
 
 
 
Canı sıkılan çocuk tabi ki sizin de canınızı sıkacaktır. Dolayısıyla uygun vakitlerde istediğini yapmasına imkan verirseniz, uygunsuz vakitlerde de sözünüzü dinleyip beklemeyi (tabi ki oyalanacak bir şeyleri mutlaka olmalı) de bilecektir. Bazı kriz anları olacaktır kesinlikle fakat bu durumlarda sizin sakin olmanız onun bu tepkisini söndürecektir.
 
 
 
 
 
Gelelim hazırlık aşamasına....İlk dikkat etmeniz gereken ''az sayıda çanta''. Bunun için de en çok ihityacınız olan, olmazsa olmaz dediğiniz şeyleri yanınıza almalısınız. Çünkü çok eşya demek çok çanta demektir; çok çanta demek ise onlara hamallık yapmak dolayısıyla da daha çabuk yorulmak demektir...Ben ne götürmem gerektiğini bir hafta öncesinden düşünmeye başlarım.
 
Havası ülkemize göre soğuk olan bir yere gidilecekse en önemli şey çocuğun üşütüp hasta edilmemesidir. Hasta olması demek tatilinizin zehir olması demektir. Bu nedenle uyku tulumu, ekstra battaniye(polar olabilir, hem az yer kaplar hem de sıcak tutar), yine sıcak tutan bir mont ve bot, terletmeyen bir bere, eldiven, atkı... her neyse. Bizim yurtdışı seyahatlerimizin çoğu sokaklarda yürüyerek geçtiği için bu saydıklarım bizim için çok önemli.
 
 
 
   Puset konusuna gelince; yatırılabilen (çünkü gündüz uykusu hep pusette geçecektir), kolay katlanabilen, hafif, az yer kaplayan pusetler işinizi görür. Biz o zaman chicconun baston pusetlerinden birini kullanıyorduk. ''Kullanıyorduk'' dedim çünkü puset kardeş bize dayanamadı ve bir uçak şirketinin de katkılarıyla baya hırpalandı.(Bu arada uçak şirketi pusetin parasını iade etti, haklarını yemeyelim şimdi). Neyse puset önemli çünkü ulaşım araçlarına binerken ve inerken sizi çileden çıkarabilir.
 
Pusetin altında bir sepetinin olması ya da koluna çanta takılabilmesi de önemli; sizi fazla yüklerinizden kurtarır. Çocuğu soğuk havadan, yağmurdan, kardan korumak için pusetin rüzgarlığını (pusetin üzerine geçirilen naylon bir teçhizat) da yanınıza almayı unutmayın.
 
  Çantamıza her ihtimale karşı bir ateş düşürücü, ağrı kesici şurup da alın derim. Bebek için pişik kremi, şampuan, yeterince bez, ıslak mendil... Bunları tabi ki gittiğiniz yerlerin çoğunda da bulabilirsiniz ama bir kriz anında bebeğin sizin bez, ıslak mendil... alıp gelmenizi bekleyeceğini düşünmeyin.

 


 
   Çocuğunuza sıkıldığı anlarda(uçakta, kuyruk beklerken, metroda, müzede...)vermek üzere en sevdiği abur cuburları da hazırlayın ve yanınızda bulunduracağınız çantaya koyun. Yine oyun hamuru, boyama kitabi, çıkartmalı kitaplar, sevdiği minik oyuncaklar çantada bulunmalı...
  
Sözün kısası; tüm bu hazırlıkları yaparken mutlaka çocuğunuzun fikrini alın ve sorun çıkardığı konularda ona seçenekler sunun -tabi ki sizin, yapmasını istediğiniz şey seçeneklerin biri olmalı;)- Seyahatiniz boyunca sakin olmaya çalışın gereken durumlarda eşinizi de sakinleştirin. Cesur olun, çocuklarla nasıl olur, ne yaparız? gibi düşünceleri aklınızdan çıkarın.  Unutmayın ki çocuklar hayatımızın bir parçası ve onlarsız olmaz!

15 Şubat 2014 Cumartesi

MOBİLYA BOYAMA MACERAM:

      Selamlar... Son zamanlarda gerek evimi ziyaret eden arkadaşlarımın gerek instagram alemindeki güzel arkadaşlarımın mobilya boyama konusunda sıkça sordukları soruları göz önünde bulundurarak herkese yardımcı olacak bir yazı yazmak istedim.  
     Venge mobilya modasının tavan yaptığı zamanları, benim gibi 2007 yılında evlenenler daha iyi bilirler... O zamanlar yeni ev kuracak çiftler de  haliyle bu modadan etkilendiler. Zamanla, mobilyaları kullandıkça  gördüler ki en ufak bir tozu son derece belli eden, iç karartan ve içimizdeki feminen duyguyu ortaya çıkaramadığımız bir renk, venge. Ya da benim gibi, gün geçtikçe klasikleşen bir ruh yapısıyla bağdaştıramadılar bu rengi ve haliyle beyaz mobilya isteği doğdu... Not: Bu aşırı felsefik konuşma için özür dilerim ama konuya nasıl girebileceğimi bilemedim:) 
   Haliyle mobilyacılara soruldu, internetten araştırmalar yapıldı, ev halkının fikirleri alındı. Mobilyacıların uçuk fiyatlar vermeleri, mobilyaların da neredeyse 7 yıldır kullanılıyor olması ve daha önce iki defa nakliye olmanın derin izleri de düşünülerek  göz karartıldı... Tabi ki bu kararda eşimin desteği ve verdiği cesareti de söylemeden geçemeyeceğim. 
   Boya konusunda karar verirken internetten son derece kapsamlı bir araştırma yaptım. Uygulayan blogcuların yazılarını okudum ve kullanmam gereken boyaya karar verdim. Eveeet sihirli boyamızın ismi, Polisan X1, su bazlı, ahşap, metal ve duvar boyası... Boyamız gayet kokusuz, hafif bir koku var tabi ki ama hissedilir birşey değil. Eskiden kireçten badanalar yapılırdı, o tarz bir koku...boyanın sulandırılmaya gerek olmayan bir sıvılığı var, uygulama öncesinde mobilyalarımızda herhangi bir zımparalama işlemi gerektirmiyor, sonrasında vernikleme de gerekmiyor. Zaten benim bu boyayı tercih sebebim de tamamen bu olay. Bu arada mobilyalarım kaplama...Boyadığım mobilyaları yaklaşık 8 aydır, iki çocukla beraber kullanıyorum, ufak tefek çizilmeler tabi ki oluyor(alttaki rengin venge olması da çok etkili) fakat sert bir darbe almadığı sürece soyulmayan bir boya. Mesela, minik Yağız, boyadığım orta sehpa üzerinde arabalarını sürebiliyor. 
   Temizliğine gelince, deterjanlı su ile ıslatılıp sıkılmış toz bezi ile rahatça temizleniyor, herhangi bir lekelenme halinde cif gibi temizleme ürünleri ile hafifçe ovulabiliyor.

   Neyse sonuç olarak gerekli cesaret, azim ve motivasyon tamamlanınca ilk olarak Koçtaşı ziyaret ettim. Kullanacağım boyayı, rulo fırçayı, detayları boyamak için normal kıl fırçayı ve hışır örtüyü gayet makul bir fiyata tedarik ettim.(2.5 lt boya yaklaşık 50 tl) Heyecanla eve geldim ve biran önce minik Ayza yı (ozaman 2 aylıktı) uyutup işe koyuldum. 


   Önce ortamı hazırlamam gerekiyordu. Aldığım hışır örtüyü salonun boş köşesine serdim ve kurbanlık koyun olarak seçtiğim orta sehpamı üzerine yerleştirdim. Hissettiğim şey tamamen merak...Eh biraz da korku... Çünkü daha önce yağlı boya birkaç tuval boyamaktan başka, fırçayı elime almışlığım yoktu ama bilemezdim ki ilk mobilya boyamadan sonra fırçayı elimden bırakamayacağımı:)


   Tüm ekip hazırdı. Ben, sihirli boyam ve fırçam... İşin en zor kısmı boyanın kapağını açmaktı bana göre ve oğlumun bitmek bilmeyen sorularına cevap vermek...Önce rulo fırçamı ıslattım ve bir güzel suyunu sıktım. Bu işlemi yaparsak, boyadığımız mobilyada fırça izi kalmasını önleriz fakat iyice sıkıp hatta bir bezle iyice kurulamalıyız ki boyamızın koyuluğu bozulmasın. İlk kat boyamı sürmek için ruloyu boya kutusuna daldırdım ve fazlasını boya kutusunun kenarı ile sıyırdım. Bu arada venge gibi koyu renk mobilyaları beyaza dönüştürmek için en az 4 kat boyamak gerekiyor ki ben öyle yaptım. Katlar arasında 2 saat kuruma süresi var tabi ki. Tamamen kuruması için ise 24 saat beklemek gerekiyor. Rulo fırça ile boyamızı daima aynı yöne doğru sürmemiz de fırça izi kalmamasını sağlar. 

Sehpanın ilk kat boyasını bitirdiğimde yüzümdeki ifadeyi görmeliydiniz. 'Çuvalladık' der gibi... Neyse motivasyonumu bozmadan iki saat bekledim ve kuruyunca ikinci katını da boyadım. Derken üçüncü, derken dördüncü... Bir de baktım ki evet, oluyor, hem de tam istediğim gibi:) İşte orada karar verdim ve zamanla evdeki mobilyaların çoğunu boyamış buldum kendimi:))  

Sonra dedim ki kendi kendime;

'İyi ki de boyamışım:)'
    Ne kadar boya almanız gerektiğine gelince, ben orta sehpam, yemek masam ve 8 sandalyem ayrıca 3 lü zigon sehpalarım ve bir dresuar için 2,5 lt boya kullandım. Bu boyanın 750 ml ve 2,5 lt lik kutularda beyaz ve siyah olarak seçenekleri mevcut ama farklı renkte kullanmak isterseniz su bazlı akrilik boya ile renklendirebilirsiniz. Kapağını sıkıca kapatınca kuruma olmuyor, daha sonra da kullanabilirsiniz. Fırçanızı da sıcak su ile yıkayıp temiz bir halde kaldırırsanız diğer uygulamanızda yine ıslatıp fazla suyunu kurulayarak kullanmalısınız. Olur da etrafa sıçratırsınız ya da herhangi bir yere damlarsa, bu boyayı tiner ile değil aseton ile sileceksiniz. Yalnız asetonun tahriş edici etkisini göz önünde bulundurun.

   Orta sehpamı boyayıp sonuçtan memnun kalınca, salondaki diğer mobilyalarımı boyamaya koyuldum. Metal ya da cam detayı olan mobilyalarım için maskeleme bantı kullandım ve böylece boyanmasını istemediğim yerleri korumuş oldum. Ayrıca mobilyalarımın kulpları için siyah sprey boya kullandım tabi ki yerlerinden söküp açık hava da boyayarak...


 

Aşağıdaki fotoğrafta ise önceden hepsi venge olan mobilyalarımın beyaz halini topluca görebilirsiniz...


     Salondaki mobilyaları bitirince ister istemez diğer odalara geçtim. Çalışma odamızdaki koca kitaplığı boyamak en zor olanıydı... toplam 6 sütundan oluşan kitaplığı sıkılmadan boyayabilmek için üç aşamaya ayırdım. İlk iki sütunu boyamak için içindeki kitapları boşalttım ve yine 4 kat boyama yaptım yalnız kitaplığın iç arka zemini için duvar kağıdı kullandım.duvar kağıdımı gereken ölçüde kestikten sonra arkasına duvar kağıdı yapıştırıcısı sürüp 20 dk katlı halde beklettim. yumuşayan kağıdın  katını açıp kitaplığın iç zeminine boydan boya yapıştırdım ve sonuç harika, sıcak, sevimli bir görünüm oldu... 


   İşte böyle benim mobilya boyama maceram... Açıklayıcı bir yazı olduğunu umarak mobilyalarını boyamak isteyenlere kolaylıklar dilerim...


12 Şubat 2014 Çarşamba

VİYANA GEZİSİNDEN NOTLAR:

İkinci Bölüm: Biraz da yeme içme:)


    Eveet, kaldığımız yerden gezimize devam ediyoruz. Ertesi gün sabah erkenden uyanıp
Douna ve Prater'e gitmek için U1 hattına biniyoruz ve Prater stern durağında iniyoruz. Burası bir nevi eğlence merkezi... Viyana tekerleği denilen 61 m çapında dev bir dönme dolap var. Lunapark da ise çocuklarınız için herşey var. Açık hava sineması bile.



Sonrasında, aynı istasyondan U1 hattı ile devam ederek Kaisermühlen Viena İntcenter durağında iniyoruz, karşımızda büyük gökdelenler var ve bu binaların arasından geçerek Donaupark adında yeşil alana varıyoruz. 
   Etrafta köpeklerini gezdiren, piknik yapan güneşe hasret insanlar görüyoruz. Bu güzel manzaraları izleyerek daha da güzeli panoramik şehir manzarasını izlemek için 




Donau kulesine varıyoruz. Bu kule 252 metre... Ekstra hızlı bir asansörle çıkıyoruz. Asansörde bir görevli var, bize kule ve asansör hakkında bilgiler veriyor. Asansör çok hızlı olduğu için ( yaklaşık 1 dakikada en tepedeyiz) hafif iç geçmesi yaşıyoruz, kulaklarda azcık tıkanma hissi de oluyor. En tepede seyir terası var.. Ayrıca bir restorant da bulunuyor(rezervasyon gerekiyor). Terastan şehre baktığımızda tuna nehri ve yüksek çatılı evler bir harika gözüküyor. Stephan katedrali de gözüküyor. Giriş ücreti 6.90 €.


  Sırada Habsburg hanedanının yazlık saraylarından biri olan, yine harika bir bahçesi olan Belvedere var. U1 hattına binip Südtirolerplatz durağında iniyoruz ve tramvay hattını takip ediyoruz. Son 200 yılın Avusturya ve uluslarası sanat eserleri bu sarayda sergileniyor, özellikle Gustav Klimt e ait birçok eser var. Bahçeye giriş ücretsiz, saraya giriş ücretli...Sanat eserlerine merakınız yoksa saraya girmeyebilirsiniz. Bahçesindeki havuzlar ve havuzlardaki heykeller görülmeye değer.
     Sonrasında merkeze geri dönüyoruz ve opera binasından katedralin ters yönünde ilerliyoruz . Karlplatz meydanına geliyoruz. Sol tarafta yine etkileyici yapılardan biri olan Karlskirche adlı kilise bulunuyor. Sağımızda Seccesion adlı modern sanat müzesini görüyoruz. Bu caddeden devam ettiğimizde sebze, meyve, şarküteri tarzı ürünler satılan NacktmarKt adlı pazara ulaşıyoruz. Burayı kesinlikle ziyaret edin... Özellikle satıcıların çoğunun Türk olması sizi ülkenizde gibi hissettirebilir. Ürünler gerçekten çok taze ve çok çeşitli. Etrafta Türk çok olunca dönerci sayısı da artıyor. Ülkenizi özlediyseniz helal etten yapılan bol malzemeli, soslu, kocaman bir ekmeğe doldurulan döneri afiyetle yiyebilrsiniz. Pazar günleri NacktmarKt ın devamında kurulan bit pazarını da gezmenizi tavsiye ederim. İlginç ürünlere rastlayacağınızdan eminim.



    Viyana da kaldığımız otellerden bir tanesi de Brunnenmarkt civarında idi. Brunnenmarkt da yine Naschmarkt gibi sebze meyve vb. satılan bir pazar. Burada gezerken de kendimizi Türkiye de hissediyoruz. Türkler genelde bu civarda yaşıyor galiba. Etrafa baktığımızda tabelalar , dükkan isimleri hep Türkçe olarak yazılmış. Şok market bile var. U6 hattına biniyoruz.. Josefstadter strasse durağında iniyoruz. İki sokak yandan başlayan bu pazarda baklavacıdan börekçiye, perdeciden mobilyacıya her şey var ve hepsi de Türkler tarafından işletiliyor. Otelinizi bu taraflardan seçerseniz (tabi yine metro duraklarına yakın olmalı) mağdur olmazsınız:)



  
  Bir başka durağımız ise hareketli bir alışveriş caddesi olan Mariahilferstrasse... U3 hattına binip Westbahnhof durağında iniyoruz ve yokuştan aşağı doğru Mariahilfer caddesine kendimizi salıveriyoruz. Bu caddede birçok markanın mağazası bulunuyor ama erken gidin derim çünkü 19:00 gibi mağazalar kapanıyor. Perşembe günü Viyana nın alışveriş günü, mağazalar 22:00 lara kadar açık kalıyor. Eğer uygunsa Perşembe günü akşamınızı buraya ayırabilirsiniz.


    Ertesi günümüzü Schönburnn sarayına ayırıyoruz. U4 metro hattıyla Schönburnn istasyonunda inince levhaları ve kalabalığın gittiği yönü takip ederek saraya ulaşıyoruz. Bu sarayın salonları ve bahçeleri görülmeye değer. Hofburg ailesi bu sarayı yazlık olarak kullanırmış, o nedenle bahçeleri bu kadar harika sanırım. Saraydaki eşyalar, tablolar, odalar çok ilgi çekici. Dekorasyon meraklıları için tavsiye edilir.




    Bahçesinde ise bir hayvanat bahçesi bulunuyor. 1752 de Maria Teresa kocası için yaptırmış. Dünyanın en eski hayvanat bahçesiymiş. Özellikle çocuklarınızla eğlenceli bir tur atabilirsiniz. Viyana halkı da çocuklarıyla vakit geçirmek için burayı çokca tercih ediyor sanırım. Biz de öyle yaptık ve minik Yağız ile burada epey bi vakit geçirdik. Billa dan aldığımız ekmek ve peynirlerle piknik bile yaptık.


     
    25€ ya sarayın içini ve sarayın bahçesinde yer alan hayvanat bahçesini, kaktüs koleksiyonlarını görebileceğiniz çöl evini, botanik bahçe olan Palmenhaus'u gezebilirsiniz. Yarım gününüzü buraya ayırabilirsiniz.




 Görüp de hayran kaldığımız yapılardan birine gidiyoruz şimdide. Kunts haus ve Hunderetwasser... Bunun için U3 hattına biniyoruz, Landstrasse durağında iniyoruz.
   Viyana da sık sık karşılaşacağınız temalardan biri de Gustav Klimt tablolarıdır. Burada epey bi akıma öncülük etmiş olan bu ressam asimetrik çizimleriyle kendini belli ediyor. İşte şimdi, Gustav Klimt tablolarını andıran bir yapıya gidiyoruz; Hundertwasser. Bu yapıyı izlemeye doyamayacağınıza garanti verebilirim. Renkli duvarları, asimetrik pencereleri ile çok şirin gözüküyor. Alışılmışın dışında diyebiliriz. Karşısında soluklanabileceğiniz birçok kafe var. Özellikle Ströck tavsiyemdir. Bu şubesinin manzarası asimetrik evler oluyor yani:) Civarda hediyelik eşya alabileceğiniz butikler de mevcut.




   Şehri keşfetme adına yürürken birden İKEA servisi görüyoruz. Yine dayanamayıp ısrarlarım üzerine bir de  buradaki İKEA  yı görelim diyoruz ve biniyoruz. Ücretsiz olan bu servise dönüşte  de binebilmeniz için alışverişiniz sonrası size verilen faturayı göstererek İKEA dan ücretsiz bilet alıyorsunuz. Biz faturanın yeterli olduğunu sanarak böyle bir girişimde bulunmadık dolayısıyla az kalsın gecenin 10 unda ikeanın bulunduğu sanayi bölgesi tarzı bir yerde mahsur kalıyorduk ki son derece kuralcı servis şoförünü ikna ettik. Viyana nın şehir dışına doğru olan yerleşim bölgelerini görmek için ideal bir güzergah. Zamanınız kalırsa deneyin derim. Aynı ürünler mi var diye merak edenlere; ülkemizdeki ikealardan farklı koleksiyonlar bulunuyor, haberiniz olsun:)
 Eveeet işte geldik yeme içme bölümüne...Viyana'ya kadar gidip de yemeden dönmeyeyim dediğiniz birçok şey olacaktır. Bizim için ilk sırada gelenler Ströck' ten sandviç, Demel' den Sacher torte, apfel strudel ve kahve (latte yi tavsiye ederim).

  Sacher Torte bol kalorili, çikolata komasına girebileceğiniz, arada kayısı marmelatı tadı gelen şirin mi şirin bir pasta.Bakınız. Bu pastanın ilk defa Hotel Sacher'de yapıldığı söylenir. 
 Olay şöyle gelişir; vakti zamanında Madame Sacher' in zihinsel engelli olan oğlu tarifi Demel'e de satar.Bundan böyle Sacher torte' nin gerçek formülünü bilen iki mekan olur.  Biz Cafe Demel'i tercih ettik. Dekorasyon, açık mutfak oluşu, market bölümünde satılan birbirinden romantik tasarımı olan şekerler görülmeye değer. Sevdiklerinize de getirmek isterseniz havaalanında da Sacher torte satan standlar var. Özel kutularında, istediğiniz boyutunda getirebilirsiniz.
  Şehirde sıkca göreceğiniz cafelerden biri de Aida. Burası bir nevi starbucks fakat aromalı kahve satmıyor. Çok lezzetli kahvelerinden ve çok lezzetli turtalarından deneyebilirsiniz.
  Yine helal gıda için müslümanların sıkça tercih ettiği mekanlardan birisi de Nordsee. Evet bildiğimiz nordsee, İstanbul da da var. Deniz ürünlü makarnalar, ızgara, kızartma balıklar, salatalar... Karnınızı rahatça doyurabileceğiniz bir yer. Nachmarkt da da, Stephan platz da da var.


 Ströck ise, şehrin birçok noktasında, özellikle metro istasyonlarında karşınıza çıkacak( bir de rakip firma Anger var)çeşit çeşit ekmek, sandviç, kek, kahve bulabileceğiniz bir yer. Biz şu fotoğrafdakini çok beğeniyoruz. Ekmeğinde ceviz, haşhaş, kurutulmuş bezelye, havuç, ayçiçeği çekirdeği... var. Ekmeği de satılıyor, ayrıca almak isteyenlere duyurulur. Sıcak içeceklerinin yanında şirin mi şirin zencefilli tarçınlı bisküvilerden de veriyorlar.



En kısa zamanda bir başka ülke ve şehirde  görüşmek üzere....

8 Şubat 2014 Cumartesi

 VİYANA GEZİSİNDEN NOTLAR: 

Birinci Bölüm: '' Viyana'm, ben sana dayanamam...:) ''


     Ne zamandır yazmayı düşündüğüm ama bir türlü fırsat bulamadığım ve artık daha fazla ertelemek istemediğim bir blog bu...Aslında en fırsat bulamayacağım bir dönemde yazmaya karar verdim. 10 aylık bebiş kucağımda şuan diyeyim siz anlayın:) Ama bir yerden de başlamak gerekiyor canım!!

    Neyse lafı fazla uzatmadan Viyana gezimizden akılda kalanlara geçeyim.

   Viyana yazın nasıl bilmiyorum ama kışın iki kez gitmiş biri olarak ''kışları harika'' diyebilirim. İlk Viyana seyahatimiz, bir bayram tatilini değerlendirme amacıyla eşim, ben ve o zaman 1.5 yaşında olan minik oğlum ile Kasım ayında gerçekleşmişti. İkincisi ise Viyana' ya doyamadığımız için planlanmış bir geziydi ve yine aynı tarihi tercih etmiştik. İstanbul dışında yaşadığımız için yurt dışı seyahatlerimiz çocukla tabi ki çok da rahat geçmiyor fakat yavaş yavaş bu konuda tecrübe sahibi olmaya başladık.

    Birkaç ulaşım aracı ile sağ salim Atatürk Havaalanına varıyoruz. İşlemler hallediliyor ve uçakta yerimizi alıyoruz.Thy den uçuş millerimizi kullanarak yaptığımız bussinesclass yolculuğumuz nasıl geçti anlamadan yaklaşık 2.5 saat sonra Schwechat havaalanı için alçalıyoruz.Uçağın penceresinden şöyle bi aşağıya bakayım dediğinizde İlk gözünüze çarpan şey yüksek çatılı, filmlerden fırlamış gibi duran evler oluyor. İndikten sonra pasaport kontrolü için hızlı hızlı ilerliyoruz çünkü uzuuuuun bir kuyruk -tam anlamıyla kuyruk sayılmaz, kümelenme- bizi bekliyor olacak. Yanımızda otel rezervasyonumuzu, sigortamızı ve dönüş biletimizi de alıyoruz. Her ne kadar biz bu konuda bir soruyla karşılaşmadıysak da bu karşılaşmayacağımız anlamına gelmez (sadece bi öneri). Pasaporttan da sorunsuz geçtikten sonra çocuksu bir sevinç duyuyor insan. Bir sanat şehrine geldiğimiz havaalanındaki panolardan da belli oluyor.Duvarlardaki resimleri izleye izleye bavullarımızı almaya gidiyoruz. Bavullar dediysem de siz siz olun bir bavula sığdırın eşyalarınızı, ben öyle yaptım.
     Şehre kolay ulaşım için CAT (City Airport Train) kullanıyoruz. CAT biletini, kocaman CAT yazısı gördüğünüz bankomatlardan nakit ya da kredi kartıyla alabilirsiniz. Bilet kontrolü trende siz otururken yanınıza gelen görevliler tarafından yapılıyor.

 

    16 dakikada, 10 €' ya şehir merkezinde oluyorsunuz. Biz ''Vien-mitte'' durağında indik. Bu duraktan U3 ve U4 numaralı metro hatlarını kullanarak devam edebilirsiniz. Havaalanından şehir merkezine ekonomik bir şekilde gelebileceğiniz diğer bir alternatif ise S-Bahn denilen hafif raylı trenlerdir. 4€ ödeyerek merkeze 25 dakikada ulaşmak mümkündür. Yine ''Vien- Mitte'' durağında inebilirsiniz. Sonrasında U3 ve U4 numaralı metro hatlarını kullanabilirsiniz. Viyana' da ulaşımı metro ve tramvayla çok rahat sağlayabilirsiniz. Metro hatları U1, U2, U3, U4 olarak adlandırılıyor. Metro ve tramvay haritasına buradan ulaşabilirsiniz. Biletlerinizi ise havaalanından ya da Vien- Mitte durağında inince ''Wiener Linien'' yazan bankomatlardan kalacağınız gün kadarlık olacak şekilde alabilirsiniz. Bir günlük bilet aldığınız saatten ertesi günün o saatine kadar kullanılabiliyor. Bizdeki turnikeler gibi, Metroya binerken geçilen yerlerde yeşil kutucuklar göreceksiniz ilk defa metroya binerken biletinizi bu kutucuklara okutmalısınız böylece biletinizin süresi başlamış olacaktır.
 
     İsterseniz Vienna Card alarak da ulaşım ve çoğu müzeye %25' e kadar indirimle girme hakkına sahip olabilirsiniz. Şunu da eklemek isterim ki 3 gün den az kalacaksanız bu kartı almak bence gereksiz. Ama yok, benim rahat rahat her müzeye girip çıkacak kadar vaktim var derseniz gerekli bilgiler için buradan buyrun.

Metro (U-bahn) ve tramvay (S-bahn) için kullanabileceğiniz bilet fiyatları:

        24 saat: 7.10€      48 saat: 12.40€      72 saat: 15.40€



  Viyana hakkında genel bilgi vermek gerekirse; 23 ayrı bölgeden oluşuyor. 1. bölge şehrin merkezi oluyor(innere stad). şehir burdan başlayarak saat yönünde numaralandırılıyor. 1. bölge tarihi şehir olarak geçiyor, çevresinde eskiden surlar varmış şu anda yol var ve ortada kalan 1. bölge araç trafiğine kapalı. çember şeklinde çevreleyen yol ring strasse olarak adlandırılıyor. En önemli yapılar bu yol üzerinde bulunuyor zaten.

 
  Neyse konuyu dağıtmayalım. Böyle teorik bilgileri istediğiniz heryerde rahatça bulabileceğiniz için ben daha çok pratikte neler yaşadığımızdan bahsetmek istiyorum. Valizimizi bırakmak, sırt çantamızı hazırlamak için otele gidiyoruz. Bu arada çanta hazırlama konusundaki deneyimlerimizi de en kısa zamanda yazmaya çalışacağımı da belirtmek isterim . Akşama kadar otele uğrayamayacağımızı gözönünde bulundurarak hazırladığımız sırt çantamızı alarak sıkıca giyindikten sonra kendimizi sokaklara atıyoruz.


     İlk olarak opera binası dikkatimizi çekiyor. Görkemli bir bina olan opera binası, şehrin merkezinde bulunuyor(1.bölgede) metro durağına gidip gelirken önünden sık sık geçeceksiniz. bu binayı gezdiren profesyonel rehber eşliğinde turlara katılabilirsiniz ya da şık kıyafetlerinizi de yanınıza alarak eylül- haziran ayları arasında bilet alıp bir performans izleyebilirsiniz. opera binasının önünde opera sanatçısı kılığına girmiş bilet satmaya çalışan kişilerden bir gösteriye bilet alabilirsiniz. Biz iki gidişimizde de girmedik o nedenle gösteri hakkında bilgi veremeyeceğim:(

    Opera binasından başlayan caddede -istiklal caddesi gibi- çeşitli mağazalar bulunuyor. Burası trafiğe kapalı bir alan dolayısıyla sokak sanatçıları, göstericiler, aktivistler burada bolca var. Caddede ilerlediğinizde hediyelik eşya (mozart çikolataları burada baya popüler arkadaşlarınıza almak istiyorsanız 'billa' adlı market zincirini tercih edin daha ekonomik ve daha çeşitli) satan bolca dükkan var. Bizde ki YKM tarzı Stevvfl adlı bir alışveriş merkezi de yer alıyor.


 
 Bu caddenin devamında Stephan katedrali karşımıza çıkıyor. İki yıl arayla gitmemize rağmen dışı hala restore ediliyordu fakat içine girebildik. 343 merdiveni tırmanmayı göze alabiliyorsanız güney kulesinde muhteşem bir Viyana manzarası sizi bekliyor. Çok görkemliydi gerçekten.

   Katedralin bulunduğu bu meydana şehrin merkezi diyebiliriz. Meydanda bulunan faytonlardan kiralayarak tarihi şehri turlayabilirsiniz. Atlar çok temiz ve bakımlılar. Daha sonra bu caddeyle kesişen diğer caddelere dalıyoruz. Oralar da ışıl ışıl ve kalabalık.






   Karşımıza Hofburg sarayı çıkıyor. Yıllarca ülkeyi yöneten Habsburgların inşa ettirdiği saray, şu anda müzeler kompleksi olarak hizmet veriyor. içinde silahlar ve savaş gereçleri, eski müzik aletleri, Efes' ten çalındığı söylenen kalıntılar sergileniyor. Görülmeye değer bence. Bu sarayın karşısında iki müze görüyoruz. Birisi Kunsthistorisches ( sanat tarihi müzesi) diğeri de Naturhistorisches ( doga tarihi müzesi).
 
  • Kunsthistorisches ( sanat tarihi müzesi) nde Habsburgların birçok önemli sanatçıya ait koleksiyonları bulunuyor. ayrıntılı gezmek için en az 3 güne ihtiyacınız var, biz yüzeysel olarak gezdiysek de çok etkilendik diyebilirim. giriş ücreti kişi başı 12 €.

  • Naturhistorisches ( doga tarihi müzesi) nde ise her çeşit hayvanın(aklınıza neeee gelirse) doldurulmuş halinden tutun da doğal taşların her çeşidine... doğayla ilgili ne ararsanız bulunuyor. Özellikle çocuklar için inanılmaz bir deneyim olabilir. Daha önce böyle kapsamlı bir müze görmeyenler için mutlaka bir defa gezin derim. Zaten her müze ayrı ayrı 3-4 gün gezilebilecek büyüklükte bu şehirde. Biz ilk müze deneyimlerimiz bu şehirde yaptıktan sonra gittiğimiz başka ülkelerde müze gezme arayışına girmiyoruz. Bize yetti de arttı bile:) Müzelere çok zaman ayıramayacaksanız bile sadece bu müzeyi gezin derim.  Giriş ücreti kişi başı 10 €.

     Bu müzelerden ring üzerinden devam ediyoruz aynı sırada Parlamento Binasıyla karşılaşıyoruz. Sonrasında yine aynı sırada gotik tarzda mimarisi olan Rathaus(belediye binası) karşımıza çıkıyor. 
   Eğer Kasım ayında giderseniz bu binanın bahçesinde akşamları Cristmaskindmarkt adlı noel pazarları kuruluyor ki bu pazarlar için ikinci defa Viyana' ya gelmek isteyebilirsiniz. Tüm şehir, özellikle hafta sonu akşamları bu pazarlara geliyor. Çok hareketli, ışıl ışıl, kalabalık oluyor. Alışveriş yapmak isterseniz bu pazarda ki standlarda birbirinden güzel ürünler bulunuyor. Özellikle noel için süslemeler, el yapımı ahşap ürünler, ev yapımı kurabiyeler, pastalar, ekmekler, ayak üstü yiyebileceğiniz sosis, bizdeki hamur kızartmasına benzeyen şeyler, punch dedikleri sıcak içilen içecekler...
 

  Herkesin elinde fincanlarda bu içeceği görebilirsiniz. Bu içecekten kaynaklanan tarçın, vanilya, zencefil karışımı bir koku hakim pazara. Bizdeki kestaneciler gibi sobalarda pişirdikleri patateslerden de (kartol) mutlaka yiyin, küçükken dedemin kuzineli sobasının fırınında pişirdiği patateslerin lezzetindeydi. Çocuklar için tren, atlı karınca mevcut. Ağaclar da rengarenk fenerlerle süslenmiş. Bu pazarı gezerken üşüdüğümüzü unutuyoruz. İzleyecek çok şey var gerçekten de. İnsanlar geç saatlere kadar orada. Bu pazarlara Viyana' nın çeşitli bölgelerinde karşılaşabilirsiniz.


    Ertesi gün programımızda Mozart haus,Mozartın evi var.. Stephan katedralinin arka tarafından yaklaşık 300 m yürüme mesafesinde Domgasse adlı sokakta bulunuyor. 1784- 1787 tarihleri arasında ünlü besteci Mozart bu evde yaşamış. Figaronun düğünü nü bestelediği bu evi görmek isterseniz 9 € giriş ücreti ödeyerek gezebilrsiniz. Evin giriş katında Mozart temalı hediyelik eşyalar satan bir butik de bulunuyor.

 

  Viyana ya gelip de psikiyatrinin babası Freud' un müzesine gitmek olmaz dedik ve u4 hattına binip Rossauerlande istasyonunda indik elimizle koymuş gibi bulduk:) Burası Freud un evi ve aynı zamanda çalışmalarını yaptığı ofisi imiş. Kendisine ait mobilyalar, özel eşyalar bulunuyor yine müzede freud temalı ürünler satan bir bölüm var. Bizim için değişik bir deneyimdi. giriş ücreti 7€ unutmadan.
 


    Viyana da her köşe başında ya bir müze ya da bir sanat galerisi var . Opera binasının solundaki caddeden ilerliyoruz ve karşımıza Albertina grafik müzesi çıkıyor. Akşam olmasına rağmen içerisi doluya yakın diyebilirim. Dönemsel sergiler oluyor sanırım. Picasso ve Michalengelo'nun eserlerini inceliyoruz. Minik Yağız uyuyor bu arada. Müze, sergi ona göre değil galiba...Şimdilik bu durum işimize geliyor ve rahat rahat geziyoruz. Bu arada giriş ücreti 9.5€.
 
 Arkası yarın ya da yarından da yakın...  :))